Teknolojinin Ofis Tasarımlarına Etkileri
Tüm dünyadaki karantinanın ardından gerek ofisler, gerekse de sosyal hayatımızda yaşadığımız işbirliği ve iletişimin yeniden nasıl kurulacağı büyük merak konusu. Teknolojinin ofis tasarımlarına etkileri ve ofislerdeki çalışma ortamının nasıl olacağından, restoran ve mağazalara nasıl girdiğimiz, kaldırımda nasıl yürüdüğümüz, nasıl seyahat ettiğimiz gibi yaşantımızın tüm alanında pek çok değişiklik yaşanıyor ve bu doğrultuda yeni davranış biçimleri, yeni etkileşim metotları ve yeni normlar tanımlanıyor. Bu noktada ister işyeri veya ticari mekânlar, ister konut veya sosyal amaçlı mekânlar olsun, çoğumuzun arayacağı tek koşul güvenilir ve sağlıklı ortamlarda bulunmak. Bu bağlamda mimari ve teknolojinin uyumlu ve sorunsuz işbirliği sayesinde, yeni normlar şekillenecek ve insan odaklı yeni mekânsal deneyimler ortaya çıkacak.
Covid-19 salgınının ortaya çıkması, zaten ilerlemekte olan IOT (Internet Of Things – Nesnelerin İnterneti), akıllı kişisel cihazlar ve akıllı ev teknolojileri gibi “Prop Tech” endüstrisinde yaşanan gelişmeleri önemli ölçüde hızlandırdı. Şüphesiz ki bu teknolojileri şekillendiren ve yönlendiren en önemli faktör kullanıcı talebi ve beklentileridir. Bu talep eğrisi, salgın hastalıkla birlikte inanılmaz ölçüde hızlandı. Dolayısı ile bu sorunlara dijital ve fiziksel çözümler üretmek artık oldukça önem kazandı. Bugüne kadar oluşan süreçte, yapı sektöründe çoğunlukla parçalı teknoloji diyebileceğimiz, birbiriyle entegre olmayan, bağımsız, tekil teknolojik gelişmeler uygulandı. Dijital geçiş sistemleri, otomasyon kontrollü aydınlatma, ses ve görüntü sistemleri gibi farklı teknolojiler birbiriyle entegre olmadan, bağımsız olarak mekânlarda yer aldı. Ancak bu durum iç mekanlardan başlayarak, binalar, taşıtlar ve hatta şehir ölçeğine kadar genişleyen bir oranda değişip, birbiri ile haberleşir (entegre olur) duruma gelecek.
İç mekânlarda bu entegrasyonun kurulması için iki aşamalı bir ön koşul gerekir: İlk olarak, insan ve kullanıcı merkezli, mekân fonksiyonuna uygun kapsamlı bir tasarım senaryosu oluşturulmalıdır. Bu senaryo, kullanıcıların mekândaki tüm hareket ve ihtiyaçlarına cevap verecek, o mekânın işlevine uygun kapsamlı hareket ve eylem senaryolarını içermelidir. İkinci olarak ise, tüm sistemlerin birbirine entegre olup, koordineli bir işbirliği içerisinde çalışabildiği, birbiriyle haberleşebildiği bir teknoloji platformu oluşturmak gerekir. Bu doğrultuda gerek yazılım gerekse de donanımsal cihazlar ile bu senaryo desteklenip, hayata geçirilmelidir. Örneğin bir ofis binasının lobisine girdiğinizi düşünün. Ofis çalışanı iseniz, yüz tanıma teknolojisi ile tanınıp, kişisel rotanıza uygun dijital yönlendirmeleri kullanarak, temassız geçişlerden geçip, dokunmadan asansörü kullanarak ofisinize ulaşabilirsiniz. Eğer ziyaretçi iseniz, sizi karşılayan ve ses kontrolü ile çalışan akıllı kiosklar yardımıyla kayıt işleminiz tamamlanıp, cep telefonunuz aracılığıyla geçiş kontrolü yapılarak, dijital yönlendirme panoları ile temassız bir şekilde istediğiniz yere ulaşmanız sağlanır. Tüm bu süreç, merkezi bir yazılım sistemi üzerinden, tüm mekanların bütünsel bir entegrasyonu kurularak yönetilebilir.
Bu salgın döneminde, iş sürekliliğinin fiziksel anlamda sadece ofislere bağlı olmadığını öğrendik. Ancak yeni yapılan anket ve araştırmalar neticesinde, çalışanlar ofis arkadaşlarıyla etkileşim içerisinde olup, sorunları birlikte çözmek ve fiziksel yakınlık içerisinde işbirlikleri kurmayı tercih ediyorlar Ofislerde yaşanan bu birliktelikler, öğrenme, rehberlik ve koçluk gibi fırsatlara imkân tanıdığı için, periyodik de olsa ofislere geri dönüş, tercih edilen, kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Bu dönüş, beraberinde pek çok soruyu da getiriyor: Örneğin, ofislere dönenler ile evden çalışan personelin etkileşimi nasıl verimli bir şekilde sağlanacak? Yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanan tele-konferans görüşmelerinin ötesinde neler yapılabilir?
Şu anda kullandığımız teknoloji sayesinde sadece 2 boyutlu video konferans görüşmeleri yapılabilmekte. Bu da yüz yüze iletişimin yerini tutmuyor. Ancak VR (Virtual Reality), AR (Augmented Reality) ve MR (Mixed Reality) gibi hologram ve sanal gerçeklik teknolojileri sayesinde, uzaktaki ekiplerle toplantı veya işbirliği amaçlı bağlantılar kurulabilir. Bu sayede 2 boyutlu etkileşimin çok ötesinde, 3 boyutlu ve neredeyse fiziksel etkileşimin yerini tutabilecek deneyimler yaşanacak. Ayrıca sanal asistanların kullanımı ve yeterlilikleri arttırılarak, işlerin programlanmasından sonuçlanmasına kadar pek çok konuda kolaylık yaratılabilir.
Ofislere dönüş senaryolarında yaşanan bir başka endişe ise, dokunmatik teknolojiye dayanan ve virüsün bulaşma riskini barındıran yüzeylerdir. Dokunduğumuz yüzeylerdeki teması azaltmak için, kullandığımız kişisel cihazlar oldukça yeterli teknolojiye sahipler. Bu cihazların kullandığı işletim sistemi sayesinde, biyometrik tarama, sesli komut, geçiş kontrolleri ve dokunarak aktive ettiğimiz pek çok uygulamaları temassız kontrol edebilme kabiliyetine sahibiz. Bu sayede gerek iç mekanlarda, gerekse de bina genelinde akıllı sistemler yaratılarak, tüm sistem tek ve merkezi bir kontrol noktasından birbiri ile entegre hale getirilebilir.
Özetle, şu anda kullanmakta olduğumuz kişisel akıllı cihazlar, ilerleyen dönemde yapay zeka teknolojisi ile birleşecek ve bu entegrasyon daha büyük ölçekte bütünsel akıllı sistemler ile mekan tasarımlarına ve binalara adapte olmaya başlayacak. Bu sayede genç kuşakların yeni beklentileri ve kullanıcı odaklı farklı mekânsal deneyimler hayatımıza girecek.